İSLAM'DAN DÖNENLER
(İRTİDAD EDENLER)
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Buluğ çağına ermiş bir erkek veya kadın şirkten imana dönse,
sonra da imandan şirke dönse tevbe etmeye davet edilir. Tevbe ederse tevbesi
kabul edilir. Tevbe etmezse öldürülür.
Yüce Allah bir ayette
şöyle buyurmuştur: "Sana haram ayı, yani onda savaşmayı soruyorlar. De ki:
O ayda savaşmak büyük bir günahtır. (İnsanları) Allah yolundan çevirmek,
Allah'ı inkar etmek, Mescid-i Haram'ın ziyaretine mani olmak ve halkını oradan
çıkarmak ise Allah katında daha büyük günahtır. Fitne de adam öldürmekten daha
büyük bir günahtır. Onlar eğer güçleri yeterse, sizi dininizden döndürünceye
kadar size karşı savaşmaya devam ederler. Sizden, kim dininden döner ve kafir
olarak ölürse, onların yaptıkları işler dünyada da, ahirette de boşa gider.
Onlar cehennemliktirler ve orada devamlı kalırlar." (Bakara, 217)
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Bizim arkadaşlardan güvenilir (sika) biri anlattı, ona
Hammad, ona Yahya b. Said, ona Ebu Umame b. Sehl b. Huneyf, Osman b. Affan'dan
şöyle rivayet etmiştir: Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu: "Bir Müslümanın
kanı, şu üç gerekçenin dışında helal olmaz: İman ettikten sonra küfre dönmek,
evlendikten sonra zina etmek ve bir cana karşılık olmaksızın birini öldürmek.
" Tahric. Ebu Davud,
4/640-641; Tirmizi, 4/460-461; Nesai, 7/91-92; ibn Mace, 2/847; Buhari, 4/268;
Müslim, 3/1302-1303.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Bize Süfyan b. Uyeyne anlattı, ona Eyyub b. Ebu Temime,
İkrime'den naklen şöyle rivayet etti: İbn Abbas, Hz. Ali (r.a.)'ın mürtedleri
veya zındıkları yaktığıll1 duyunca şöyle dedi: "Ben olsaydım onları yakmazdım,
ama öldürürdüm. Çünkü Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Dinini
değiştireni öldürün. "
Onları yakmazdım, çünkü
Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu: ''Bir insan, bir başkasına Allah'ın azabıyla
azap edemez. " Tahric: Buhari,2/363.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Bize Malik b. Enes, Zeyd b. Eslem'den naklen şöyle rivayet
etti: Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu: "Bir kimse dinini değiştirirse
boynunu vurun. " Tahric: Muvatta, 458;
Nesai, 2/301-302.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Yahya b. Said'in rivayet ettiği hadis sabittir. Bugüne kadar
hadis ehlinin bundan başka iki hadis daha sabitlediklerini görmedim. Ne Zeyd'in
rivayet ettiği hadisin sabit olduğunu söylediler -munkatı olduğu için- ne de
ondan önceki hadisi.
Hz. Osman (r.a)'ın
Resulullah (s.a.v)'den rivayet ettiği "iman ettikten sonra küfre
dönmek" ve "dinini değiştireni öldürün" ifadeleriyle dinini,
yani hak din olan İslam'ı değiştirip başka dine girenler kastediliyor.
İslam'dan başka bir dinden çıkıp yine İslam'dan başka bir dine girenler
kastedilmiyor. Çünkü İslam'dan başka bir dinden çıkıp İslam'ın dışındaki bir
dine giren kimse, bir batıldan başka bir batıla dönmüştür. Batıldan çıktığı
için de öldürülemez. Bir kimse ancak hak dinden çıkarsa öldürülür. Çünkü batıl
dinden çıkan kimse Allah'ın, mensuplarına cenneti, terk edenlerine de cehennemi
zorunlu kıldığı hak din üzere değildi. Bilakis bağlı kalmaya devam etmesi
durumunda cehennemle cezalandırılacağı bir din üzereydi. Yüce Allah şöyle
buyurmuştur: "Allah katında din İslam'dır ... " (Al-i İmran, 19)
"Kim İslam'dan
başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o, ahirette
hüsrana uğrayanlardan olacaktır." (Al-i İmran,85)
"İbrahim, bunu
kendi ogullarına da vasiyet etti, Yakub da öyle: 'Oğullarım! Allah, sİzin için
bu dini (İsHim'ı) seçti. Siz de ancak MüsIümanlar olarak ölün.' dedi."
(Bakara, 132)
İmam Şafiı (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Mürted bir erkek veya kadın öldürüldüğü zaman malları
ganimet olarak devlet hazinesine intikal eder. Müslüman ya da zımmı hiç kimse
bu mallara mirasçı olamaz. Bu malları mürtedlikleri esnasında kazanmalarıyla
bundan önce kazanmış olmaları arasında fark yoktur. Mürtedlerin, evlerine
girmeleri yasaklansa da, yasaklanmasa da, gidip daru'l-harbe katılsalar da,
İslam yurdunda ikamet etmeye devam etseler de çocukları esir alınmaz. İslam'ın
dokunulmazlık hükmü onlar açısından din ve özgürlük olarak sabittir.
Babalarının dinlerini değiştirmiş olmasında onların bir suçu yoktur. Hem miras
bırakırlar, hem de cenaze namazları kılınır. Onlardan temyiz yaşına erenlere
İslam tebliğ edilir, kabul etmezlerse öldürüıürler.
Eğer anlaşmalı olduğumuz
bir topluluğa mensup bir kimse irtidat ederse ve bu kimse bir yerde alıkonmuşsa
ya da kaçıp küfür yurduna sığınmışsa ve bu kimsenin anlaşmanın geçerli olduğu
süre içinde doğan çocukları yanımızda bulunuyorsa onları esir almayız. Bu
çocuklar buluğ çağına erdiklerinde onlara, "İsterseniz sizinle anlaşma
yaparız, aksi takdirde eski anlaşmayı bozarız. Dolayısıyla İslam diyarının
dışına çıkın, çünkü siz artık harp ehlisiniz." denir.
Müslümanlardan ve
zımmilerden irtidat edenlerin irtidat sürecinde doğan çocukları esir alınmaz.
çünkü babaları da esir alınmamışlardır. Yaşadığı sürece de mallarından bir
şeyalınmaz. Eğer mürted olarak ölürse veya öldürülürse malını ganimet olarak
devlet hazinesine katarız. İslam'a tekrar dönerse malları kendisinindir.
Bir adam veya kadın
İslam'dan irtidat ederse -hangisi olursa olsuntevbe etmeye çağrılır.
Rivayetlerin zahirinden anlaşıldığı kadarıyla irtidat ettiği yerde tevbe etmesi
istenir. Tevbe etmezse öldürülür. Yine rivayetlerden, tevbe etmesi için belli
bir süre tanınabileceği ihtimali de anlaşılıyor.
Bize Malik rivayet etti,
ona Abdurrahman b. Muhammed b. Abdullah b. Abdulkadir, ona da babası şöyle
rivayet etmiş: Ebu Musa el-Eş'ari tarafından bir adam Hz. Ömer'e takdim edildi.
Hz. Ömer insanların durumunu sordu, adam anlattı. Sonra şöyle dedi: "Sizde
uzak diyarlardan gelen yeni bir haber var mı?" "Evet, bir adam Müslüman
olduktan sonra tekrar küfre döndü." dedi. Ömer: "Ne yaptınız
ona?" diye sordu. "Yakaladık ve boynunu vurduk." dedi. Ömer de
şöyle dedi: "Adamı üç gün kadar hapsetseydiniz, her gün çörek
yedirseydiniz ve bu arada tevbe etmeye çağırsaydınız olmaz mıydı? Belki de adam
tevbe eder ve Allah'ın emrine uymaya geri dönerdi. Allah'ım! Ben orada
değildim. Böyle bir şeyi emretmedim ve haber aldığımda da bundan hoşnut
olmadım." Tahric: Muvatta,459.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Mürtedin üç gün hapsedilmesiyle ilgili iki farklı görüş
vardır: Birincisi: Şöyle denmesidir: Peygamberimiz (s.a.v)'in "Kişinin
kanı şu üç gerekçeden dolayı helal olur: İmandan sonra küfre dönmek ...
"dediği sabittir. Mürtedin durumu da imandan sonra küfre dönmektir. Hak
olan dinini değiştirmiştir. Ayrıca Hz. Peygamber (s.a.v) belli bir süre adama
mühlet verilmesini de emretmemiştir.
Biri şöyle de diyebilir:
"Yüce Allah, azabına uğratmaya hükmettiği bazı kimselerin cezasını
evlerinde üç gün beklemeleri şeklinde ertelemiştir."
Ona şöyle cevap verilir:
Yüce Allah'ın kendisine isyan eden kullarına yönelik azabı ile imamların
(devlet başkanlarının) ikame etmekle yükümlü oldukları Allah'ın hukuku arasında
fark vardır.
Biri, "Bunun delili
nedir?" diye sorarsa, ona denir ki: Bunun delili yüce Allah'ın, kendisini
inkar eden ve isyan eden kullarına mühlet vermeyi ilişkin olarak yürürlüğe
koyduğu hükümdür (sünnetullahtır).
Denilebilir ki: Diyelim
ki irtidat eden kişiye uzun veya kısa bir süre mühlet verdik. Bu durumda bazı
kimseler onu bir an önce cezalandırmak isteyeceklerdir. Bazısı ise daha
alçaltıcı ahiret azabına havale edilmesini isteyecektir. O zaman da Allah,
hükmünü irade ettiği gibi icra edecektir. Kimse de verdiği hükümden dolayı O'nu
sorgulayamaz ve O, hesabı çabuk görür. Ama bu yetki Allah'ın hukuku söz konusu
olduğunda kullarından hiç kimseye verilmemiştir. Dolayısıyla tevbe etmesi ve
eski haline gelmesi için kendisine üç gün mühlet verilen kişiden hayatı boyunca
umut kesilmez. Çünkü tevbe etmesinden ümit kesilen biri daha sonra bir vesileyle
tevbe edebilir. Ya da sıkıştırılması ondan iyice umut kesilmesine yol açar. Bu
da bir mecliste yapılır. Kuşkusuz bu yaklaşım doğrudur. Allah doğrusunu
herkesten daha iyi bilir. Hz. Ömer'den "Onu üç gün gözetim altında
tutsaydınız ya ... " şeklinde rivayet edilen hadisin sabit olmadığını
sanıp irtidat eden kimseye mühlet verilmemesi gerektiğini söyleyen kimse ile
hadis sabit olsa da ayrıntılı olarak bilmediği için irtidat eden kimsenin üç
gün bekletilmeksizin öldürülmesi durumunda bunun sorumluluğunu olmayacağını
düşünen kimseyle benzeşmektedir.
İkincisi: İrtidat eden
kişi üç gün hapsedilir. Bu görüşü savunanlar Hz. Ömer'in bunu emretmiş olmasını
delilolarak gösteriyorlar. Buna göre irtidat, had cezasının uygulanmasını
gerektiren bir suçtur, dolayısıyla imamın bu cezayı bir müddet ertelemesi,
kınanmasını gerektirmez.
er-Rebi' şöyle dedi:
İmam Şafii (Allah rahmet etsin) başka bir yerde de şöyle demiştir: İçinde
bulunulan namazın vakti sona ermedikçe irtidat eden kişi öldürülmez. Namaz
vakti henüz bitmemişken "Kalk, namaz kıL." denir. Eğer namaz kılmazsa
öldürülür.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Bizim arkadaşlarımız mürtedle ilgili olarak farklı görüşler
ileri sürmüşlerdir. Kimisi, "Fıtrat üzere doğan, sonra pratik hayatta
tatbik edilen kuralları bulunan veya bulunmayan bir dine giren kimse tevbe
etmeye çağrılmaz, doğrudan doğruya öldürülür." demişlerdir. Kimileri de,
"İster fıtrat üzere doğsun, ister sonradan İslam'a girmiş olsun, bunlardan
hangisi dininden dönüp yahudiliğe, hıristiyanlığa veya pratik hayatta tatbik
edilen kuralları bulunan başka bir dine girsin, tevbe etmeye çağrılır ve eğer
tevbe ederse tevbesi kabul edilir. Tevbe etmezse öldürülür. Eğer adam zındıklık
gibi hayatında fiili olarak tatbik etmesini gerektirecek bir kuralı olmayan bir
dine girerse öldürülür ve tevbe etmesi beklenmez. Bunlardan hangisi irtidat
ederse tevbe etmeye davet edilir. Eğer tevbe ederse, tevbesi kabul edilir,
etmezse öldürülür.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Ben de bu görüşü benimsiyorum. Biri, "Niçin bu görüşü
tercih ettin?" diye sorsa, ona şöyle cevap verilir: Çünkü mürtedin kanının
mubah olmasını gerektirdiğini söylediğim şey, yüce Allah'ın, kafirlerin ve
müşriklerin kanının mubah olmasına sebep kıldığı şeyin aynısıdır. Sonra,
Resulullah (s.a.v)'in, "imandan sonra küfre dönmek ... "hadisi
vardır. Hiç kuşkusuz kişinin ağzından çıkan küfür sözü, kanının akıtılmasını
gerektirir. Evli kimsenin zina etmesinin kanının dökülmesini gerektirdiği gibi
... Böylece ağzından çıkan ve kanının akıtılmasını gerektiren küfür kelimesi
gibi bir gerekçeyle de kişi öldürülür. Artık bu söz hangi küfürle ilgiliyse;
kişinin, kendisinden sadır olan bir küfürden dolayı mutlaka kanının akıtılması
vacip olur. Ama küfür sözünün biri tarafından ondan aktarılması istenirse,
bundan kaçınılırlyani öldürülmesi istenmez. Bize göre bununla ilgili iki
anlamdan en iyisi budur.
Çünkü Peygamber
Efendimizin (s.a.v) İslam dininden dönen bir mürtede ölüm cezası verdiği
rivayet edilmiştir. Tahric: Buhari, 2/16;
Müslim, 2/989-990.
Ebu Bekir (r.a.),
mürtedleri öldürmüştür.
Hz. Ömer (r.a.) da
Tulayha ve Uyeyne b. Bedr kardeşleri ve bazı kişileri (mürted oldukları) için
öldürtmüştür. Tahric: Bu rivayete
imam Şafii'den başkasının eserinde rastlamadım. ibn Esir'in el-Kamil adlı eserinde
(2/230) aksini gösteren rivayet vardır. Doğrusunu Allah herkesten daha iyi
bilir (Muhakkik).
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Terk ettiğim bu iki görüş yukarıda yer verdiğim iki görüşle
bir değildirler. Çünkü Resulullah (s.a.v)'den, ikisinden farklı rivayetler de
gelmiştir.
Kullar, söz ve fiil gibi
zahiri şeylere bakarak hüküm vermekle yükümlüdürler, insanların vicdanlarında
gizlediklerinin sevabım takdir etmek ise Allah'a aittir, mahluklara /
yaratılmışlara değiL. Nitekim yüce Allah, Peygamberine hitaben şöyle
buyurmuştur: "(Ey Muhammed!) Münafıklar sana geldiklerinde, 'Senin,
elbette Allah'ın peygamberi olduğuna şahitlik ederiz.' derler. Allah senin,
elbette kendisinin peygamberi olduğunu biliyor. (Fakat) Allah, o münafıkların hiç
şüphesiz yalancılar olduklarına elbette şahitlik eder. Yeminlerini kalkan
yaptılar da insanları Allah'ın yolundan çevirdiler. Gerçekten onların
yaptıkları şey ne kötüdür! Bu, onların önce iman edip sonra inkar etmeleri, bu
yüzden de kalplerine mühür vurulması sebebiyledir. Artık onlar
anlamazlar." (Münafikun, 1-3)
"Allah, o
münafıkların hiç şüphesiz yalancılar olduklarına elbette şahittik eder."
ifadesine "Allah onların samimi olmadıklarına şahitlik eder."
şeklinde anlam verilmiştir. "Bu, onların önce iman edip sonra inkar
etmeleri sebebiyledir." ifadesine de "sonra imandan döndüklerini
izhar ettiler" anlamı verilmiştir. Nitekim yüce Allah başka bir ayette
şöyle buyurmuştur: "Bir şey söylemediklerine dair Allah'a yemin ediyorlar.
Halbuki o küfür sözünü söylediler ve (sözde) Müslüman olduktan sonra inkar
ettiler. Ayrıca başaramadıkları şeye (Peygamber'i öldürmeye) de yeltendiler.
Sırf, Allah ve Resftlü kendi lütfu ile onları zengin kıldığı için intikam
almaya kalktılar. Eğer tevbe ederlerse, kendileri için hayırlı olur. Şayet yüz
çevirirlerse, Allah onları dünyada ve ahirette elem dolu bir azaba
çarptıracaktır. Artık onlar için yeryüzünde ne bir dost, ne de bir yardımcı
vardır." (Tevbe, 74) Dolayısıyla o küfür sözünü söylemediklerini izhar
ettikleri yeminle ifade ettikleri için kanlarının dökülmemesini sağladılar.
"Yeminlerini kalkan
yaptılar." ifadesi de imanı izhar etmenin öldürülmeye karşı bir kalkan
işlevi gördüğünü gösteriyor. İnsanların içlerinde gizledikleri sırları bilmek
ise sadece Allah'a hastır.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Bize Yahya b. Hassan anlattı, ona Leys b. Sa'd, ona İbn
Şihab, onaAta b. Yezid el-Leysi, ona Ubeydullah b. Adiy b. Hıyar, Mikdat'tan
naklen şöyle rivayet etmiştir: Dedim ki: "Ya Resulallah! Kafirlerden bir adamla
karşılaşsam ve bu adam bana saldırsa, kılıcıyla vurup bir elimi kesse, sonra
benden kaçıp bir ağaca tırmanıp sığınsa ve 'Ben Allah'a teslim oldum (Müslüman
oldum).' dese, bu sözünden sonra onu öldürebilir miyim?" Resulullah
(s.a.v), "Hayır, onu öldüremezsin." dedi. Dedim ki: "Ya
Resulallah! Adam benim bir kolumu kesmiş ve bunu yaptıktan sonra Müslüman
olduğunu söylüyor?" ResuluIlah (s.a.v) buyurdu ki: "Onu öldüremezsin.
Eğer onu öldürürsen, o, senin onu öldürmezden önceki konumunda, sen de onun o
sözü söylemezden önceki konumunda olursun. " Tahric: Buhari, 3/95; Müslim, 1/95.
er-Rebi' şöyle dedi:
Resulullah (s.a.v)'in, "Eğer onu öldürürsen, o, senin onu öldürmezden
önceki konumunda, sen de onun o sözü söylemezden önceki konumunda
olursun." sözünün anlamı (inşaallah) şöyledir: O, senin kanının dokunulmaz
olduğu konumunda, sen de onu öldürmek suretiyle, tıpkı onun o sözü söylemezden
önceki hali gibi kanının dökülmesinin helal olduğu konumda olursun.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Resulullah (s.a.v)'in münafıklarla ilgili sünneti şu
hususlara delalet etmektedir:
1- Bir kimse iman
ettikten sonra küfre dönmüş olmaktan tevbe ederse, öldürülemez.
2- Münafıklar
yahudiliğe, hıristiyanlığa, mecusiliğe veya izhar ettikleri başka bir dine
dönmedikleri halde, içlerinde küfrü gizleyip Müslüman göründükleri için kanları
dokunulmazlık kazanmıştı. Böyle oldukları halde Resulullah (s.a.v) onlarla
zahiri esas olarak Müslümanlık hükümlerini icra etmiştir. Onlar da
Müslümanlarla evlenebiliyor, Müslümanlara varis olabiliyorlardı. İçlerinde
savaşa katılanlar ganimetten pay da alıyorlardı. Müslümanların mescidine
girebiliyorlardı.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Yüce Allah'ın, iman ettikten sonra küfre döndüğünü haber
verdiği kimsenin imandan dönüşünden daha şiddetli ve küfründen daha açık bir
şeyolamaz.
Biri dese ki: Yüce Allah
onların içlerinde gizledikleri sırlarını haber vermiştir, belki de insanlar
bunları bilmiyorlardı. Dolayısıyla bazıları onların imandan küfre döndüklerine
şahitlik etmiş, bazıları bu şahitlikten sonra durumlanm ikrar etmiş, bazıları
ise böyle bir şahitlik olmaksızın ikrar etmişlerdir. Kimisi de şahitlikten
sonra da böyle bir durumu inkar etmişlerdir. Böylece yüce Allah da onlar
hakkında zahiri sözlerini esas alarak haber vermiş ve şöyle buyurmuştur:
"Hani münafıklar ve kalplerinde hastalık olanlar, 'Allah ve Resulü bize,
ancak aldatmak için vaadde bulunmuşlar.' diyorlardı." (Ahzab, 12)
Buna göre bunların tümü
bu sözleri söylemişler, sözlerinin arkasında durmuşlar veya inkar etmişler veya
ikrar etmiş ve ardından İslam'ı izhar etmişler ya da İslam'ı izhar etmeyi de
terk etmişler, ama yine de öldfuülmemişlerdir.
Biri dese ki: Yüce Allah
onlar hakkında şöyle buyurmuştur: "Onlardan ölen hiçbirine asla namaz kılma
ve kabrinin başında durma. Çünkü onlar Allah'ı ve ResuIünü inkar ettiler ve
fasık olarak öldüler." (Tevbe, 84) Bunun nedeni şudur: Resulullah
(s.a.v)'in birine namaz (cenaze) kılması, sair insanların kılmasından
farklıdır. Çünkü biz, Peygamberimiz (s.a.v)'in cenaze namazım kıldığı kimselere
Allah'ın salat ve rahmet etmesini umuyoruz. Nitekim yüce Allah, münafıklar
hakkında şu hükmü vermiştir: "Şüphesiz münafıklar, cehennem ateşinin en
aşağı tabakasındadırlar. Onlara hiçbir yardımcı da bulamazsın." (Nisa,
145) Başka bir ayette de şöyle buyurmuştur: "Onlar için ister bağışlanma
dile, ister dileme (fark etmez). Onlar için yetmiş kez bağışlanma dilesen de
Allah onları asla affetmeyecektir. Bu, onların Allah ve Resulünü inkar etmiş
olmaları sebebiyledir. Allah, fasık topluluğu doğru yola iletmez." (Tevbe,
80)
Biri dese ki:
"Resulullah (s.a.v)'in onlara namaz kılmasının yasaklanması bağlamında
Resulullah (s.a.v)'in namazı ile onun dışındaki Müslümanların namazının farklı
olduğuna ilişkin delil nedir?" Deriz ki: Resulullah (s.a.v), Allah'ın
doğrudan kendisine yönelik bir nehyiyle onlara namaz kılmaktan kaçınmıştır.
Buna karşın yüce Allah da, Resulü de diğer Müslümanları bundan menetmedikleri
gibi mirasçılarını da miraslarını almaktan menetmemişlerdir.
Biri dese ki: Onları
öldürmeyi terk etmek, özelolarak Resulullah (s.a.v)'e verilmiş bir haktır.
Dolayısıyla bu da Resulullah (s.a.v)'e has diğer hükümler kapsamına girer. Bu
yüzden Resulullah (s.a.v)'in öldürmediği veya öldürdüğü kimselerle ilgili
olarak "Bu sadece ona özgü kılınmış bir husustur." denir. Başkası
içinse böyle bir yetki yoktur. Ancak Peygamber (s.a.v)'e has kılındığına dair
delil getirilmesi başka. Aksi takdirde benzeri olaylarla ilgili olarak
insanların genelinin Peygamber (s.a.v)'i izlemesi durumu gerçekleşmez. Bunun
için de Peygamber (s.a.v)'e has kılınan hükümlerin açıklanması veya buna
ilişkin bir haberin delaletinin getirilmesi gerekir.
İmam Şafil (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Bu münafıklar, hidayet imamları Ebu Bekir, Ömer ve Osman
zamanında da yaşıyorlardı. İmamlar onların kim olduklarını da biliyorlardı.
Buna rağmen onlardan tek kişiyi bile öldürmediler. Zahirde İslam hükümlerinin
onlara tatbik edilmesine engelolmadılar. Çünkü Müslüman görünüyorlardı.
Biri öldüğünde Ömer,
Huzeyfe b. Yeman'ı gözlerdi. Eğer Huzeyfe oturmasını işaret etse o da oturur ve
cenaze namazını kılmazdı. Huzeyfe' nin bu işareti, ölen kişinin münafık
olduğunu gösteriyordu. Buna rağmen Ömer, herhangi bir Müslümanın ölen münafığın
cenaze namazını kılmasına da engelolmazdı. Sadece kendisi namaza katılmaz ve
yerinde otururdu. Çünkü Ömer'in, münafık olmayan birinin cenaze namazını
kılmaması da mubahtı, namazı kılacak başka birilerinin bulunması yeterliydi. Tahric: Marife,6/303-304.
Bir adam, -mesela-
İslam'dan dönüp hıristiyanlığa geçebilir, sonra hıristiyanlıktan döndüğüne dair
zahiren tevbe edebilir. Ama içten haJ§' hıristiyanlık üzere olabilir. Çünkü
hıristiyanlara karışmadan, kiliseye gitmeden de gizlice hıristiyanlığını
sürdürmesi onun açısından mümkün olabilir. Dolayısıyla zahiren tevbe ettikten
sonra, izhar etmediği bir dine dönmüş olmasından ötürü biri çıkıp da
"Sözünden başka tevbe ettiğine dair bir delil görmüyorum." diyemez.
Oysa kişi hıristiyanlığa da, izhar ettiği başka bir dine de girebilir ve İslam'dan
döndüğünü açıklamadan önce içinde irtidat etmiş olabilir.
Biri dese ki: Ben bundan
sorumlu değilim, sadece zahirden sorumluyum; gaybı bilmek Allah'a aittir.
Açıktan söyledikten sonra imana dair sözü kabul ederim ve bu sözü söyleyen
kimseyi imana nispet ederim. Kişi bu söze göre amel ettiği sürece ben de ona bu
söz esasında muamele ederim. Bu da herkes açısından geçerlidir ve arada
herhangi bir farklılık olmaz. Bu bağlamda insanlara farklı şekilde muamele
etmek, ancak delille mümkün olabilir. Allah ve Resulünün farklı bir kategoriye
koyduğu kimseler başka. Biz bu konuda yüce Allah'ın münafıklara dair farklı bir
hükmünü bilmiyoruz ve Resulullah (s.a.v.)'in de münafıklar arasında farklı
hükümler verdiğine ilişkin bir kanıt da yoktur.
Allah'ın ve Resulünün hükümleri,
hiç kimsenin bir başkası hakkında zahirden başka bir esasa dayalı olarak
hükmedebileceğine ilişkin herhangi bir delil içermemektedir. Zahir de kişinin
ikrar ettiği veya kendisinden sadır olduğuna ilişkin kesin kanıtın ortaya
koyduğudur.
Dolayısıyla
-açıkladığımız gibi- münafıklara ve Mikdad'ın ResuluIlah (s.a.v.)'den hakkında
fetva istediği ve şirk üzereyken kolunu kesmesi, Sonra da Müslüman olduğunu
ilan etmesi durumunda ne yapması gerektiğini sorduğu kişi hakkındaki delil,
Resulullah (s.a.v)'in hadisidir. Yine Resulullah (s.a.v)'in, "Kalbini mi
açıp içine baktın?" şeklindeki sözü de "Ancak zahire göre hüküm
verebilirsin." demektir.
Resulullah (s.a.v),
huzurunda lanetleşen evli çiftle ilgili olarak şöyle buyurmuştur: "Eğer
kadın kızıl çehreli, sıska bir çocuk doğurursa adamın yalan söylediğini
düşünürüm, şayet kadın siyah bedenli, iri gözlü, kalçası büyük bir çocuk
doğurursa adamın doğru söylediğini düşünürüm. " Daha Sonra kadın çirkin
sıfatlı bir çocuk doğurdu. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v), "Eğer
Allah'ın hükmü olmasaydı adamın durumu açıktır. " buyurdu. Tahric: Buhari, 4/263; Müslim, 2/1134.
Resulullah (s.a.v) şöyle
buyurmuştur: "Ben yalnızca bir insanım. Hakkınızda hüküm vermem için bana
müracaat ediyorsunuz. Bazılarınız bazılarınıza göre daha etkili bir dille
deliller ortaya koyabilir ve ben de işittiklerim doğrultusunda karar veririm.
Biriniz lehine karar verdiğim de bu, kardeşinin hakkının kendisine geçmesini
gerektiriyorsa onu almasın. Çünkü böyle bir durumda ben ona ancak bir ateş parçası
sunmuş olurum. '' Tahric: ibn Mace,
2/777; Buhari, 2/195; Müslim, 3/1337.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Bütün bunlar açıkça gösteriyor ki Resulullah (s.a.v), ancak
zahire göre hüküm vermiştir. Dolayısıyla ondan sonraki yöneticilerin ancak
zahire göre hüküm vermeleri çok daha gerekli olur. İnsanların içlerinde
gizledikleri sırları Allah'tan başka kimse bilemez. Zan yürütmekse insanlara
haram kılınmıştır. Zanna göre hükmetme yetkisi hiç kimseye verilmemiştir. Allah
doğrusunu herkesten daha iyi bilir.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Bir adam veya kadın İslam'dan irtidat ederse, sonra da kaçıp
daru'l-harbe veya başka bir yere sığınırsa ve kişinin eşleri, ümmü veledleri
(çocuk sahibi oldukları için azat olan kadınları), azatlık sözleşmesi yapan
köleleri (belli bir miktarda mal vererek özgürlüğünü kazanma sözleşmesi
yapanları mukateb), özgürlüklerini ölümünden sonra kazanmaları sözünü verdiği
köleleri (mudebber), sair köleleri (memalik), malları, sürüleri, arazileri,
alacakları ve borçları varsa; kadı, eşlerine iddet beklemelerini emreder ve bu
sırada adamın malından onlara nafaka bağlar. Adam tevbe ederek geri dönerse ve
eşleri de hala iddet bekliyorlarsa, nikiihı geçerli olur. Eğer eşlerinin iddeti
bitmeden tevbe ederek gelmemişse, geldiği sırada iddetleri de tamamlanmışsa
artık nikiih akİtleri fesholmuş olur. O kadınlar diledikleri biriyle
evlenebilirler. Ümmü veledler ise beklerler. Adam tevbe ederek dönerse onun
mülkü olmaya devam ederler. O bekleme sırasında adamın malından onlara nafaka
bağlanır. Adam ölürse veya öldürülürse onlar da özgür kalırlar. Kendisiyle
azatlık sözleşmesi yapmış kölelerinin sözleşmeleri geçerli olur ve azm kalmak
karşılığında vermeye söz verdikleri taksitlerini ödemeye devam ederler. Eğer
taksitleri ödeyemeyecek durumda iseler yeniden köle olurlar. Kadı, geriye kalan
diğer kölelerine bakar, eğer onları tutmak adamın malının artmasını sağlıyorsa,
tutmaya devam eder. Ya da vergisiyle, zanaatıyla yahut malın zayi olmasını
engellemesiyle malın artmasını sağlayanları köle olarak tutmaya devam eder.
Şayet köleleri tutması adamın malını eksiltiyorsa yahut bazılarını tutması
malını azaltıyorsa, malının eksilmesine neden olan köleleri satar. Sürüleri,
arazileri, evleri ve köleleri hususunda da böyle davranır. Adamın alacaklarını
tahsil eder, borçlarını öder. Adam tevbe edip geri dönerse kalan mallarını
teslim eder. Eğer mürted olarak ölür veya öldürülürse malından geriye kalanı
ganimet olarak beytu'l-male devredilir.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Eğer adam irtidatı esnasında diyet gerektiren (adam öldürme
veya yaralama gibi) bir suç işlerse, diyet onun malından verilir. Ama kendisine
karşı bu türden bir suç işlenirse kanı he der olmuştur. çünkü kanı mubahtır.
Kanı mubah olduktan sonra geri kalan varlığının mubah olması daha önceliklidir.
Eğer irtidat ettiği
sırada kölelerinden birini azat ederse azatlık hali askıya alınır; ama köle
kendi adına mal kazanmaya devam eder ve malı da bekletilir. Şayet adam ölürse
azat ettiği kişi köle olarak kalır, malı da kendisi gibi beytu'l-male ait olur.
Eğer adam tevbe etmiş olarak dönerse, kölesi azat olur, azat edildikten sonra
kazandıkları da kendisine aittir.
Eğer adam irtidat ettiği
esnada bir mal varlığını ikrar ederse, bu mal azatlıkla ilgili olarak
söylediğimiz muameleye tabidir. Aynı durum sadaka olarak verdiği mal için de
geçerlidir.
Eğer herhangi bir malını
hibe ederse, hibesi caiz olmaz. Çünkü hibe, ancak malın doğrudan teslim
edilmesiyle gerçekleşir.
İmam Şafii (Allah rahmet
etsin) şöyle dedi: Biri dese ki: "İrtidat eden adamla malının velayeti
kendisinden alınan kimse arasında ne fark var; adam köle azat ediyor, azat
edişi geçersiz sayılıyor; sadaka veriyor, sadakası geçersiz sayılıyor. Velayet
yetkisinden alıkonduktan sonra bunları yapamaz zaten?"
Aralarındaki fark şudur:
Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Evlilik çağına gelinceye kadar yetimleri
(gözetip) deneyin, eğer onlarda akılca bir olgunlaşma görürseniz hemen
mallarını kendilerine verin. Büyüyecekler (ve mallarını geri alacaklar) diye
israf ederek ve aceleye getirerek mallarını yemeyin. (Velilerden) kim zengin
ise (yetim malından yemeğe) tenezzül etmesin. Kim de fakir ise, aklın ve dinin
gereklerine uygun bir biçimde (hizmetinin karşılığı kadar) yesin. Mallarını
kendilerine geri verdiğiniz zaman da yanlarında şahit bulundurun. Hesap görücü
olarak Allah yeter." (Nisa, 6) Allah'ın verdiği hüküm şudur: Yetimler
buluğ çağına erinceye ve reşid oldukları anlaşılıncaya kadar mallarının idaresi
kendilerine verilmez. Bu da gösteriyor ki bu hususta bir yetkileri yoktur;
Allah'ın rahmeti gereği malları kendilerinden alıkonmuştur, tamamen hayatları
boyunca yararlarına olacak şekilde. Dolayısıyla kendileri için gerekli olmayan,
geçimleri için de bir yarar sağlamayan hususlarda mallarını harcamamış / sarf
etmemiş olurlar. Böylece bu anlamda yaptıkları harcamalar geçersiz sayılır.
Çünkü bu, azat etmeyi veya sadaka vermeyi gerektiren bir durum değildir.
Dolayısıyla mürtedin malına, yetimin malına benzer bir amaçla el konulmuş
değildir. Ya da müşrik olduğu halde bu malonundur, anlamına gelmez. Çünkü
adamın şirk üzere bırakılması caiz olacak şekilde bir durum söz konusu olsaydı,
malı üzerindeki tasarrufu da serbest bırakılırdI. Çünkü biz müşriklerin
mallarına velayet etme yetkisine sahip değiliz. Bu yüzden mürtedin de İslam'a
tekrar dönmesi halinde malının üzerinde dilediği gibi tasarrufta bulunmasını
caiz görürüz. Eğer ölünceye veya öldürülünceye kadar dönmezse, İslam'a
dönmediği sırada elimizde olan malını ganimet olarak beytu'l-male devretme
yetkimiz vardır. Eğer biri dese ki: "Malı eski halinde kalmaz mı?"
Deriz ki: Malı şarta bağlıdır.
Sonraki için tıkla: